Aslında üniversiteye başlarken, ilk stajımı yaparken ya da
üniversite biterken büyüdüğümü sanıyordum. Her seferinde ‘hayır lan şu an
büyüdüm asıl’ diye kendimi telkin eder, büyümeyi bir marifet sanırdım. Bazen
cidden geri zekalı oluyorum.
Bir yerden sonra ‘hayır ya o kadar da büyümedik’ kafasına
erişmiştim aslında. Yaşıtlarım askere gidiyordu, evleniyordu. İlkokul
arkadaşımın doğurduğunu bile öğrenmiştim. Ama son özgür yaz’ımdı. Güneş, deniz
ve sarhoşluk vardı. Dostlar vardı. Büyümek cazip değildi.
Neticede hayatın getirisi, insanların normal olmamı
beklemesi gibi bir dolu benzer sebepten ötürü gerçeklerle yüzleşmiştim.
Hayatımda yaşadığım hiçbir şey, iş hayatı kadar dengesizlik ve
sonsuz gariplik içermemişti.
Ve bana göre iş hayatı kadar sallantılı ve stresli tek şey
lunapark gondollarıydı.
Evet belli bir yaşıma kadar ‘bir kadın’ olarak, ayrıma karşı
durma düşüncesini benimsemiş, bayan kelimesini kullananları elimden geldiğince
uyarmış, pozitif ayrımcılıkla ilgili kitaplar okumuş, annemin ağzından
seminerler dinlemiştim. Ama…
İş hayatında bunun savaşını canla başla vereceğimi hiç
düşünmemiştim.
Bir tür kabulleniş yazısı bu aslında. Kabul ettim de boyun
eğmiyorum diyelim.
Çabalıyorum.
Kazanıyorum da aslında ama tüketiyor. İnsanın enerjisini
tüketiyor. Asıl yapman gereken şeylere ise enerjin kalmıyor. Sırf ‘kadın’
olduğun için iki kat daha fazla mücadele veriyorsun. Çünkü iş hayatına erkekler
hakim. Çünkü sadece cinsiyetin bile bir konu için belirleyici olabiliyor bazı
bazı.
Sıcak sıcak, taze taze bir örnek vermek gerekirse:
Kendi iş yerimde sırf hem yaşım küçük hem de kadın olduğum
için bulaşıklarını yıkamamı isteyen bir adam var. Ben haftalardır bunun
savaşını vermekteyim mesela.
Bu adam benim birimimde değil ve elli iki yaşında.
Bu adam bir amca.
Bu adam görüntü yönetmeni ve bir çoklar tarafından ‘kreatif’
olarak adlandırılan bir aciz aslında. Benden önceki sesini çıkaramayan
kadınlara istediğini yaptırmış, sıra bana gelince duvara toslamış biri.
Yılmadım. Kadınlar hizmetçi değildir çünkü. Meslekleri cinsiyetlendirmek bana göre saçmadır. Herkese göre saçma
olmalıdır. Ben toplumsal rollerinden vazgeçmiş biri olarak, özgür bir insan
olarak, yaşıyorum. Bunu çevreme yaymaktan da gocunmuyorum. Dünyaları yakarım,
kalp kırarım ama asla kendimden ödün vermem.
Neticede bu savaşı kazandım.
Büyük bir ailevi kriz yaşadığım halde, ailemdeki çok
önemsediğim birinin yaşadığı haksızlığa içimin acıdığı günlerde bile beni köşelere çekerek sözle
taciz eden bu adamı yendim. Her defasında daha da güçlenerek. En güçsüz halimde
bile karşısında sağlam durarak. Gücüm bitse bile bunu sadece lavabo aynasında
kendime göstererek. Belki biraz da telefonun diğer ucundaki anneme.
Ama ben kazandım. Ve artık kendi bulaşıklarını yıkıyor. Demek
ki yıkayabiliyormuş. Demek ki bir şeyleri yalnızca ‘kadın işi’ olarak görmek
körpe cahillikmiş.
Konu aslında bulaşık değildi anlatabiliyor muyum?
Konu hiçbir zaman bulaşık olmadı.
Konu hiçbir kadın için bulaşık olmamıştır şimdiye kadar.
Neticede bocalarsın, karnına ağrılar girer. Çözmek için
zekice davranmak ve güçlü olmak gerekir. Ağlarsan yatağında ağlarsın ama orada
sağlam durursun. Sağlam durmak zorundasın.
Büyüdük ama bunu hiç hayal etmedik. İstediğin çoğu şeye zamanının kalmıyor oluşu cidden garip ama
alışılıyor. Mesela duş almaya üşendiğim zamanlar için günde en fazla bir kez
pişmanlık duyuyorum artık.
Ve aslında oje sürmek büyük bir lüksmüş onu fark ediyorum.
Ne çok zamanım varmış ki tırnaklarıma Pikaçu desenleri
yapıyormuşum lan.
Hey gidi günler.
p.s: yazının sonunda içime kaçan babaanneyi görmezden gelir
misin? Tşk.