her şey ben bebekken hiç susmuyorum diye, babamın emziğimi viskiye batırmasıyla başladı.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Mayıs 2012 Cuma

Büyük bi kibarlık yanılgısı olarak: BAYAN




Zihniyetini sevdiğim ülkenin en büyük saçmalıklarından biridir şu kadına kadın den(e)memesi durumu. Beni bilen bilir bu konuda aşırı tahammülsüzümdür ve her seferinde insanlara bunun doğrusunun Kadın olması gerektiğini anlatmaktan o kadar yoruldum ki, yazayım da anlasınlar yeter artık uleen dedim. (ayrıca ben artık kendimi ha bire açıklama gereği duymayacağım insanlar istiyorum!)

Saygı belirtisi sanılan bayan kelimesi bilindiği üzere Bay’dan türemiştir. Azıcık beyni olan için görmesi kolaydır. Kadın tek başına birey olmamalı, yoksa baş kaldırır korkusu içinde küçük bi ‘kaburgadan yaratma’ hikayesi canlandırılmıştır bayan kelimesinde. (hey gidi Lilith). Bi sesleniş, hitap ve kibarlık belirtisinden çok, cinsiyetin adının yerini almıştır ülkemizde bu. Zar delisi insanların söylemeye korktukları ve duyunca hayretle gözlerini belerttiği cinsiyet ismi: KADIN.


Çoğu kadının bile KADIN olmaya korktuğu ve geriye kalanların ise konudan bi haber yaşadığı şu günlerde bloğumu okuyan 3-5 insanın aydınlanması beni mutlu eder. Çünkü öyle bi çağdayız ki, üniversitedeki profesör hocam bile heykel dersinde heykelleri anlatırken ‘Zeus erkek heykeli, Hera bayan heykeli’ diyor. Hocalarımın önünde saygıyla eğiliyorum ben işte o zaman.



Daha önce de belirttiğim gibi canım ülkemde kadınlık zarla ölçüldüğü ve başbakanın da çıkıp ‘kadın mıdır kız mıdır bilmiyorum ama…’ diye cümleye başladığı bi 2012 yılındayız sevgili okur. Beni anlıyor musun sevgili okur?

Olay çok basit. Cinsiyet delisi gibi görünmek istemem ama tuvalet kapılarında erkek ve bayan yazısını görmek istemiyorum artık. Ben kimseyi baymıyorum arkadaşım!

Şimdi karşıma geçip ‘ama napalım :( kadın çok kaba oluyor seslenirken. Kadın bakar mısınız mı diyelim :(‘ diyecek olan hanzo arkadaşlara da iki çift lafım var. Güzel abim. Peki biz bi erkeğe seslenirken ‘hey bay bakar mısınız?’ mı diyoruz öküzcüm. Böyle bi şeye tanık oldun mu? Bakar mısınız derken neden cinsiyeti vurgulamaya ihtiyaç duyayım ki? :)



Genç ‘bi kadın’ olarak bunlara çok bozuluyorum haberin olsun şekerim.

Son olarak; kadınlar ikinci sınıf insan değillerdir. Hiç birinizin gerisinde kalmayacaklardır. Elbet bi gün gelecek böyle yazılar yazmaya bile gerek duymayacağız biz. İlk kadın pilot, ilk kadın öğretmen nasıl devrim yaptılarsa, sıra bu zihin devrimlerine de gelecek. Heh işte o gün geldiğinde kadınlar zarlarıyla değil, benlikleriyle adlandırılacaklar.


Daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler için: http://www.bayandegilkadin.com/


Saygılar efenim.



ay bunu da koymazsam çatlardım.





17 Mayıs 2012 Perşembe

tiyatro mu o neymiş ya dizi izleyelim.


İlk sahneye çıktığımda 5 yaşındaydım. Hani ‘insan bi kez sahne tozunu yuttu mu bi daha bırakamazmış’ denir ya. Heh işte onu kim demişse çok doğru demiş, pek doğru demiş.

Tiyatro denince insanların zihinlerinde genel bi kanı olarak ‘piyes’lerin canlandığını gördüm. İçinde o sanat tutkusunu barındırmamış ya da hiç sahneye çıkmamış insanların umursamaz yargıları ve bi oyuna baktıkları zaman gördükleri tek şeyin ‘o an söylenen bi kaç söz’den ibaret olduğu gerçeği can sıkıcı. Bana göre bi oyunu izlemekle, bi kitap okumak arasında fark yoktur. Bu sadece hayal dünyanın sınırlarını ne kadar zorlayıp zorlamadığınla doğru orantılıdır. 

Daha önce hiç bi tiyatro oyunun arkasında olanları düşündün mü? Yani aylarca oyunculuk üzerine çalışmalar, atölyeler yapıp sonrasında bi oyuna dahil olmanın ne kadar emek gerektirdiğini falan. Her sanat dalı gibi bunun da ciddi bi uğraş olduğunun farkında mısın acaba?

Bu sene sanat hayatında 30. yılını kutlayan 'kocaman yürekli bi adam'ın kızıyım. O olmasa bu yazı da olmayacaktı belki. İnsan bütün hayatını kendi elleriyle kurar ama mutlaka birilerinden güç ve akıl almaya mecburdur. İşte bu yüzden size babamdan bahsetmek istedim.

                                                  ahanda babam.

Bense tiyatro hayatımda 17. yılımı kutluyorum bu yıl. Boru değil lan.Yani demek oluyo ki tiyatrosuz geçen 1 yılım bile olmamış. Bi şekilde hep içinde olmuşum. Sayısız oyun izlemişim, binlerce prova yapmışım, başkalarının oynadığı oyunları bile ezberlemişim, oynamasam bile yönetmişim, hiç bi bok yapmasam bile seçtiğim müziklerle katkı sağlamışım. Sonra da sistem gelmiş bana 'sınava girmezsen bi bok olamıyosun' demiş. Sonuç olarak: arkeoloji okuyorum.



Bi paragrafta trajikomik hayat hikayemi özetlemeyi başardım. Hazırsan devam ediyorum.

Bu yazıyı yazma nedenim bazı şeyleri gösteriş amaçlı yapan insanla, bu yola gönül koymuş insan arasındaki farkı göstermekti. Yani toplumsal mesaj virdim. Ne oyunculuk eğitimi, ne sanat okulları. İnsanın içinde olacak arkadaş.

Bütün dizileri izlemek yerine ayda en azından bi kez bi oyuna gitsen, hayatının pozitif yönde ne kadar değişeceğini biliyo muydun? Bi kere beynin uyuşmayacak. Hareket etmiş olacaksın. Hayal dünyan gelişecek. Yaratıcı yönün artacak. Manyak mısın lan sen? Bütün bunlar dururken tv karşısında Fatmagül izlemek ney?


Ney ney çorbası hatta dürüm komedisi.

Uzatmadan bağlıyorum. Sahne kutsaldır. He bi de o silah göründü mü mutlaka patlar!





Aman da sonuna kadar okumuş. Ver bi gıdı. Oyş.



11 Mayıs 2012 Cuma

Cidden bazen uslanmaz bi romantik oluyorum.


‘Bekar Kadın’ günlerime geri döndüğüm bugünlerde tabi ki yazılarımda Carrie Bradshaw havasına sıkça rastlayacağını biliyorum sevgili okur.

Kurgu olduğunu bilsem de hep özendiğim bi kaç ilişki çeşidi olmuştur. Özenmek kelimesini çok çocuksu düşün burada. Çok şirin düşün. 

Şimdi size 3 farklı ilişki çeşidi göstericem. 3’ü de birbirinden güzelli ama favorimi en sona saklayacağım of korz. Gerekli fotoğraflarla birlikte anlatımıma başlıyorum: 



İlk olarak tabii ki How I Met Your Mother dizisinden iki karakteri ele alıyorum sayın okur. Ay çok klişe dediğini duyar gibiyim. İki dekka sabırlı olursan bunu da açıklıcam gözünü sevdiğim.





Lily ve Marshall. İki aşıktan ziyade; iki iyi dost, iki iyi cinsel partner, iki gözüm kalmadı sözüm ehehe. Cidden eğleniyorum ben bu ikisiyle. Sadece ‘sevgili’ olamayan bi kadın olarak, elbette L&M’yi beğenecektim. Emekli ali amca ve yıllardır bi kez bile öpmediği karısını mı beğenseydim?





İkinci çiftimiz daha bi tanıdık olduğun iki yüz. 1 Kadın 1 Erkek dizisinin kahramanları olan Ozan ve Zeynep.




Türk aile sistemini ve gelenek görenekleri göz önüne alırsak; gerek yaşam şekilleri, gerekse aralarındaki tutkuyla az da olsa anarşist bi yapıları var ilişkilerinin. Bu yüzden hoşuma gidiyi işte.




Ozan karakterini yer yer çok maço ve kaba bulsam da,  insan çekmek için abartılmış yönlerinin bulunduğunun da farkındayım. Bence çok tatlılar. Evlenmemeliler ya da çocuk yapmamalılar.







Veee en güzelini en sona sakladım. Heyecan yaratmaya bayılırım, mercimekleri ayıklarım…. Evet.

Geldik Friends dizisinden Monica ve Chandler’a. İşte bu. İşte aşk diyorum ve romantikliğin dibini görür gibi oluyorum.




Herkes kafasında ideal kadın ya da ideal erkeği az çok tasarlar. Bunu; ben aşka inanmıyorum, günü birlik takılalım gardaş, seviyorum ama bağlanmam, kimseyi istemiyorum diyen insan bile tasarlar. Belki farkında değildir ama bunu ister. İşte benim idealim. Chandler.





Uzun yıllar sürmüş bi dostluğun aşka dönüşmesi. Bu basit, tanıdık bi konu evet ama izlersen ne demek istediğimi anlarsın. Buna eminim. Çünkü ortada aşkla beraber büyüyen bi dostluk, bağlılık, saygı, dürüstlük ve süper bi eğlence var. Kim istemez kendi arkadaş grubuna cuk diye oturan, aynı hayat görüşünü paylaştığı ve yatakta inanılmaz olan birisini. İstemeyeni dövüyolarmış….





Size kadınsal yönümü baya bi gösterdim bu yazıda. Politik, güncel, anarşist ya da toplumsal mesaj barındıran bi yazı da olmadı. Bi kaçınızın da ‘aman yea boş boş konuşuyo işte’ dediğini duyar gibiyim. Deyin tabi. Siz olmazsanız ben de olmazdım. Ama en azından ne istediğimi bilerek ölücem. Fena mı?
  
Çünkü bana göre buraya büyük harflerle ‘Zöbölöt takımı şampiyon olacak oğlüm!!!’ yazmakla, benim yazdığım şeyler farklı değildir. O da onu istiyo. Umarım ulaşır.


Yazımı da Carrie’den bi cümleyle bitireyim.

‘I am someone who is looking for love. Real love. Ridiculous. Inconvenient. Consuming. Can’t-live-without-each-other love.


Öperler.







2 Mayıs 2012 Çarşamba

Bölünmesek iyiydi.


Konumuz bölünme.

Evet bugün e.b.o.b-e.k.o.k anlatıy- ehehe.

İnsan bölünmesinden bahsediyorum. Fikir bölünmesi. Ne zamandır gözlemlediğim bi konuydu. Artık zamanı gelmişti, belki bi yerlerden bi ışık yakarız.

1 Mayıs’ı geride bıraktığımız bugünlerde daha da kızışan bi durum aslında bölünme. Temelde aynı yolun kavgasını veren insanların, git gide kendi içinde fikir ayrışmaları yaşaması ve artık alanlarda 10’arlı 20’şerli grupların türemesi. Böyle günlerde birliğe inanan biri olarak bunu biraz bencilce buluyorum. Yani ben işçi ve işçi haklarını savunuyorsam, bunu bi bütün olarak yapabilmeliyim. İşte sorun da burada cereyan ediyor gençler. Kimin ne ‘işçisi’ olduğuna takılıyoruz ve herkes kendi götünün derdine düşüyo.

Kabalaştım mazur gör. Ama göt hepimizde olan bi şey olduğundan sorun yok. Sonuçta leblebi de göt şeklinde.

Sen eğer bi şeyi savunuyosan, o şey her neyse ona inanan herkesi yanında yürümeye davet etmelisin. Burada konu sadece 1 Mayıs da değil aslında. Binlerce örneği var. Çevre örgütleri, şiddete karşı örgütler, termik ve nükleer santral karşıtları… bu böyle uzar gider. Ama aslen değinmek istediğim nokta hepsinde aynıdır. Düzeltmektense kaçmayı tercih etme.

Dönelim 1 Mayıs’a. Binlerce çeşit işçi var de mi?  Memurlar, sanatçılar, seks işçileri, emekliler, zanaatkarlar… ama gel gör ki bir ya da daha fazlasını ‘işçi’ kabul etmeyen işçilerin bulunduğu bi toplumda yaşıyoruz. 15 yıldır bi fabrikada çalışan amca, 35 senelik tiyatrocuyu işçi olarak kabul etmiyo. Ya da para karşılığı seks yapmaktan başka hiç bi çare bırakılmayan transseksüellere hala daha ucube gözüyle bakan başka bi emekli teyze var.
Söz konusu işse, çalışmaksa ve hayat koşulları herkes için aynı zorluktaysa; o alanlarda tek yürek olarak da yürünebilmeliydi.

Bi grubun bi kaç görüşü bana uymuyo, hadi o zaman hemen başka bi oluşum kuralım duygu durumu savunduğumuz şeyi zayıflatmaz mı sence de? Devrim gerçekleştirilen ve ses getiren bütün tarihi olaylarda kilit nokta kalabalıkların tek yürek hareket etmesidir.

Sen senle aynı görüşü savunan kişiyi ötekileştirirsen, uğrunda biber gazı yediğin davanın ‘asıl sorumluları’ seni napsın?