her şey ben bebekken hiç susmuyorum diye, babamın emziğimi viskiye batırmasıyla başladı.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Nisan 2012 Salı

ben bu yazıda hiç bi şey anlatmıyorum.


İmleç ekranda yanıp sönerken gözlerimi, odamın camına boydan boya yayılmış olan kuş pisliğinden alamıyorum. Eğer biraz olsun inançlı olsaydım bunu Tanrı’nın bi işareti olarak algılardım. Ama tek görebildiğim bi kuşun o açıyı nasıl tutturabildiği. Ya da bi kuşun camıma götünü dayarken ne düşünebileceği? Ben kuş olsam düz camları tercih etmezdim. Ben kuş olsam, camları tercih etmezdim…

Boktan bi giriş yaptığıma göre esas konuya geçelim mi?

Yatağa geçer gibi konudan konuya geçiyorum kızmıyosun demi?

Benim süslü cümleler yaratan parmaklarım yok. Ama yazmam için komut üstüne komut yağdıran bi beynim var. Öyle bi beyin ki müzik olmadan üretemeyen. Keşke diyorum, keşke bi çok şeyden azar azar bilgim olması yerine, bi şeyle ilgili adam gibi bi fikrim olsa. Azcık mütevazi olabilsem önce kendime, sonra da size karşı. Bi de bu kadar bencil olmaktan vazgeçsem. ‘Hadi artık böyle ol’ desem ve tek bi parmak şıklatmasıyla artık öyle olsam.

Bu yazıda kendimle çelişeceğimi hissediyorum. Haydi bakalım. Pes etmiyorum. Sen de etme.

Çocukluğumdan beri hep sabırsız bi insan oldum. Bi insan bana bi hikaye anlatırken, daha ilk cümleden sonunu tahmin etmeye çalışarak karşımdakini sinir ederim. Ama insanlar bi an önce sonuca varsın ve lafı dolandırmasın diye yaparım bunu. İşte bu korkunç.

Bu tek başına bi star star star……

Bazen bi şeylerin gerçekten yürümediğini bildiğimiz halde ısrarla onu yapmaya devam ederiz ya hani. Bu bi seçim midir? Bu bi seçimse çaresiz miyiz? Daha iyisini bulmaktan, daha güzelini yapmaktan şüphe etmek; kendinden şüphe etmek değil midir?

Kendimi Carrie Bradshaw sanarak sorduğum bu soruları mazur görün. Sex and the City izlemeye tekrardan başlamamalıydım.

Bugün hem her şeyi istiyorum hem de hiç bi şey istemiyorum. Bütün bunlar minibüste uyuduğum için olabilir. İnsanlar okula giderken uyuyakalmamalı.

Şu an camımın önüne bi güvercin kondu.  

Bana bi bez bi de kova lazım. Komutan Logar buraları pırıl pırıl olacak dedi.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Şehirlerin önemi yokmuş, insanların önemi varmış meğersem.

Geçtiğimiz haftasonu yanıma gelen sevgili Abiş bana İzmit’e hiç bakmadığım açılardan bakmayı öğretti. Sıradan bi cümle. Ama anlamı büyük. Anlamı bi milyon baloncuk gücünde.

İlk bi kaç yıl ergen tadında serzenişlerimden nihayet kurtularak, bu şehri biraz daha sevdim gibi oldu. (burada şaşırma ünlemleri!!!1birbir!)

Güneşli yeşil bi günüydü İzmit’in. Hani şu hep sevdiğimi söylediğim sevimli havalar var ya. İşte o havalardan biriydi. Kadim dostum, güzel insan, nam-ı değer Samantha geliyo diye bu kadar güzelli bi gündü belki de. (meraba ben klişe cümle, bi alt dudak versene)

Şimdi burada deniz kenarında yaptığımız tavla turnuvasından, sahildeki teknede fasıl eşliğinde yediğimiz balıktan (akabinde Amasralı çıkan garsonun meyve tabağı hediyesi de dahil), eve dönüş yolunda sarhoş 2 dedenin İspanyol aksanıyla İngilizce konuşmasından ve saatler süren içkili-mumlu balkon sefamızdan bahsederek sizi imrendirmiycem. Ehehe.

Üstteki paragrafta tam bir bitchy olduğum gerçeğini görmezden gelelim.

Bi şehri niye severiz? İnsan hiç dostunun, sevdiği herangi bi aile üyesinin ya da sevgilisinin içinde olmadığı bi şehri sever mi?

Sevdiğimiz insanların haftasonu ziyaretleri, bize o şehrin karanlık yüzünü unutturur mu bilemem. Ama ben kendimi o kadar tamamlanmış ve iyi hissettim ki, hemen yazmalıyım dedim. Belki başka şehirlerde yalnızlık çeken abiler, ablalar, gardaşlar vardır. Hemen sevdikleri insanları 2 günlüğüne de olsa yanlarına çağırsınlar. Üşenmesinler ve azıcık da olsa hayatın tadını çıkarsınlar. Sosyal mesajımı da vereyim: HAYAT SOKAKTA GENŞLER!

Hava güneşliydi. Ve yanımda Yağmur vardı. Doğal olarak içimden gökkuşağı taşıyodu.

Ay lev ye Sam.









10 Nisan 2012 Salı

Çıplak kalple okumayınız.


Bulaşık yıkarken aklıma geldi. Acaba mutlu bi yazı yazsam, mutsuz hisseden onca insanın kalbi acımaz mı? Sanki mutluluğumu birinin burnuna dayıyormuş gibi. BAKSANA BEN NE KADAR MUTLUYUM, BAK DA ÜZÜL KÖPEK.

Hastalıklı bi durum. Öyle hissetmiyorum ama paylaşmak istiyorum. O dengeyi nasıl kurarım? Sadece üzgün veya ‘anarşik’ olduğumda yazı yazmam biraz saçma değil mi?

Burada satırlarca sevgilimin gamzelerinden bahsedebilirim. Üşenmeden sayfa sayfa Çiko’yu anlatabilirim size.

Ama ben mutsuz hissettiğimde böyle yazıları görsem o kadar sinirim bozulurdu ki, midem kıçımdan fırlayacak gibi hissederdim. Ve kötü bi şey olduğunda o içinize oturan yumru gibi ukdeyi de çok iyi bilirim. Çünkü benim ukde koleksiyonum var. Yıllarca biriktirdim o ukdeleri. Bi boka yaramadı orası ayrı mevzu da, peçete koleksiyonu yapsam da bi boka yaramayacaktı. O nedenle en azından her ukde bana güç katmıştır diye düşünmekteyim.

Ukdelerinizi sevin. (burada sosyal mesaj virdim)

Onların boğazınızdan kayıp, gözyaşlarınıza karışmasına izin verin ki; kabız olmayın arkadaşım.

Tamam sonunu ciddi bitirememiş olabilirim. Neticede BEN SAKSI DEĞİLİM.

Yakşamlar.

6 Nisan 2012 Cuma

o bir kuş. hayır o bir uçak hayır hayır o bir ego.


İçinize kaçmış küçük götlerinizin tavana nedensiz yere değmesinden bahsediyorum. Ortalama kaç insan tanıdıktan sonra böyle düşünmeye başladım bilmiyorum. Sanırım en az sizin kadar insan tanımışımdır. Bu da beni otomatik olarak şu soruyu düşünmeye itti: neden 2 aydır tek bi satır yazı yazmıyorum? Çünkü eşşeğin zi-

Yok yok şaka.

Yazmıyorum ama biriktiriyorum içimde. Yatağa yattığımda beynime hücum eden o cümleleri tek tek kaydediyorum. Sınıfımdaki insanlar oturup heykel, mimari ve müzecilik bilgileri ezberlerken, ben başka başka alemlerde oluyorum. Halbuki ne gerek var dimi? Bitir bölümünü. Gir bi işe. Çalış çalış. Ebene meraba diyene kadar çalış. Kimse takdir etmesin. Çeşitli adamlar girmişti ya hani hayatına. Yeni adamlar tanımaya devam et. Unuttuğun adamlar, unutamadığın adamlar, ana kuzusu adamlar, zengin züppesi adamlar, seni canından çok seven adamlar ve seni unutamayanlar. Bunların yanına yenilerini ekle. Sonra da en mantıklısıyla evlen. Doğur, doğur. ÖL!

Herkesin istediği şeyleri istesem daha mı mutlu olurdum diye düşünmüyo değilim açıkçası. Mesela saçlarımı sapsarı boyatıp, pembe rengine tapsam, en sevdiğim sanatçı serdar ortaç falan olsa. Müziği ve tiyatroyu da bıraksam. Hatta kitap ve gazete okumayı da bıraksam. Tek derdim sevgilimin bana mesaj atıp atmadığı olsa? Ay ne mutlu olurduk dimi? Dünya rahatlardı be. Ne de olsa o kalabalığa bi klon daha eklendi.

Bira yok mu bira?

Aslında herkesin değil ama bi çok insanın istediği bi şeyi bu ara çok istiyorum. Şu sırtına sırt çantanı alıp, hiç gitmediğin yerlere gitme hayali vardır ya. Hani şu aşırı klişe olan. He işte ben onu çok istiyorum aslında. Gerçi bi sırt çantası yetmez bana sanırım, küçük bi valiz daha uygun olur. Kimle olduğumun da bi önemi yok. Benimle olmaktan, birlikte olmamızdan keyif alan herangi biri eşlik edebilir bana. En kötü yalnız giderim ney olcak diye de düşünmedim değil.

Ben facebook listenizdeki 3 ahmetten, 2 ezgiden, 4 özlemden biri değilim. Olamadım. Olamicamda kankiler. Ben böyle iyiyim. Sen de böyle iyi ol.

Benim listelerim var. Onlarca hayalim var.

Senin de olsun. Hayal kurmaktan korkma. En azından denemiş olursun fena mı?


Öperim.

5 Nisan 2012 Perşembe

Yazmıyım yazmıyım diyorum. İçimde patlayacağına, yüzünüzde patlasın.


Meraba. Dönemsel serzenişlerime hoş geldiniz. Elbette ki konum savaş. şu garip günde ne yazsaydım lan... aşklı böcüklü roman mı yazsaydım?

Bugün sayısını bilmiyorum ama bi çok insan sildim facebooktan. Keza twitterdan da takibi bıraktığım insan sayısının haddi hesabı yok. Bu olaylar cereyan etmese kim hümanist kim değil kestiremiyoruz panpalar. O kadar garipsiniz ki, beni bunları yazmaya zorluyosunuz resmen. Sonra da Hazal niye şörölöy, Hazal  niye töbölöy.

İlk olarak sözüm ‘tüm Kürtleri ortadan kaldıralım’ şeklinde çözüm(!) önerisi sunanlara. Bahsettiğiniz şeyin bi soykırım olduğunu, tek amacı; varlıklarını kabul ettirmek olan bi çok insanın ve bi çok masum çocuğun -savaşı durdurmak amacıyla- katledilmesini istediğinizi biliyor muydunuz? Bir grup pkk’lı, bir grup askeri öldürdü diye, bütün bi soyu kötülemenin, genellemenin nesi hümanistçe? Sizin Hitler’den bi farkınız kalacak mı e be kaynatasızlar. (burada sikkofield’a gönderme yaptım)

Savaşın karşıtı nedir aç bak. Çocukluktan beri burnuna sokulmuş üstü kapalı sözde gerçekliklere salya akıtarak inanmak yerine, aç bi doğruları oku. Biraz türk siyasi tarihi hakkında bilgi edin. Sonra geç karşıma konuş. 

Tek çözüm barıştır. Yıllarca süren savaşlara bak. Ölen insanlara bak. Her iki tarafın da kaybına bak. İnsanları kimliklerinden bi ayır. Cinsiyetlerinden, inanışlarından ve ırkından soyutla bi onları. Sadece insan olduğu için öldüler onlar. Ölecekler. Şu anda birbirleriyle sorun yaşamayan gül gibi geçinip giden komşularına bak. Hani örnek alıyosun ya ondan söylüyorum. Bu kadar rahat olmalarının tek nedeni barıştır. Şiddetle hiç bi yere varılmaz. Yıllarca pkk’ya ota boka bilmem neye karşılık verildi de noldu lan? Noldu bitti mi, geçti mi? onlar öldü, biz öldük. Yenileri doğdu. Yenileri öldü. Yenileri doğacak. Bu ne lan böyle? Töre cinayetinden farkı ne bunun. Uçsuz bucaksız amansız kana susamışlık. Yuh lan bize. Yuh lan tüm şiddette çözüm arayanlara.

İkinci ve son olarak; işin başka bi boyutuna değinmek isterim. Askerlik kavramı, olacaklardan haberdar olunarak, napacağını neyle uğraşacağını bilerek gittiğin bi yerdir. Hatta seve seve gidersin. He sevmiyosan sike sike gönderiyolar orası ayrı. Ama şöyle de bişey var ki; nereye gittiğini ve ne olacağını biliyosan, ülkende hala askerlik devam ediyosa (ki bence tüm sorunlar buradan çıkar) ve dağda, orda, burada öldü diye, ‘şehittir vatan sağ olsun’ kafasındaysan sana laflar hazırladım. Öncelikle güzel beyninin kabul etmesi gereken bi gerçek vardır; olacaklardan korkuyorsan, ölmek ve öldürmek istemiyosan, bu dayatmacı düzende elinde silah oraya buraya gönderilmek istemiyosan yani.. vicdani red diye bişey var. Ki benim de benimsediğim bişeydir. Sen hem davullu zurnalı gönder insanları askere, ölünce de niye öldü de. Pkk olmasa da ölecekti onlar uyan artık çocuğum. İsme, ırka, dine takılma. Dünyanın her yerinde askerlik kavramı olduğu sürece, hele ki şirin ülkemizdeki gibi zorunluysa, savaşlar devam edecektir. Sen de öleceksindir. Benim önerim zorunlu askerliğin kalkmasıdır. Gerçekten isteyen zaten gider. Zaten savaşmaya, vatanı için ölmeye(?) hazırdır. Aksi takdirde ya çevresindekileri ya da daha kötüsü, kendini kandırıyordur şekerim.

Volahi yazdım da rahatladım lan. Şimdi dağılabiliriz. Öptüm canikom.

4 Nisan 2012 Çarşamba

NEEEÖY


Herkes kendi hayatına baksa dünya barışı denen şey gerçek olurdu lan.
       Mesela sadece kimin ne giydiğini, saçını nasıl yaptığını düşünen kadın, bi sabah uyandığında sadece kendisiyle ilgilenirken bulsa kendini.. tek amacı rakip şirketi batırmak olan şirket sahibi amca, tüm enerjisini kimseyi ezmeden yükselmeye harcasa.. kendi komplekslerinden arınamadığı için eski-yeni etrafındaki herkese laf soktuğunu sanan insan artık yorulmadı mı mesela? Sürekli birilerine özenen tüm insanlar, birden içlerindeki yaratıcıyı uyandırsa da herkes rengarenk olsa ne bileyim. Kendi yaşadığı alan yetse o ülke başkanına da, başka topraklara dadanmasa. Kimse kimseyi kontrol altına almaya çalışmasa. Herkesin tek amacı; kendi hayatını yoluna koymak olsa. Kimsenin altına yatmadan ya da üstüne basmadan. Tasarruf ettiğimiz onca enerjiyi de aşka yönlendirsek, yalnız insan kalmazdı a dostlar.

Hep beraber bunları uygulasak, hep beraber aşkı bulabiliriz bence. Barış huzuru, huzur da aşkı getiriyo bu formüle göre.
Bandista’nın dediğine göre de ‘aşk örgütlenmektir.’ Örgütlenelim mi?

Hayatta istediği her boku elde edip; yine de çevresindekileri kıskanan insanlar gördüm.


Şimdi eminim ki yukarıdaki başlık, anlatacağım konuyla ilgilidir diye düşündünüz ama hayır. Değil.

Hepimiz inanılmaz aşklar yaşıcaz diye kendimizi kandırıyoruz. Filmlerdeki gibi.. kitaplardaki gibi. Ama hep şarkılardaki gibi aşklar yaşıyoruz.
(evet anlatcağım konu bu)

O hem duyarlı hem yakışıklı, hem biraz tehlikeli hem koruyucu, hem dürüst hem önemseyen, hem adonis kaslı hem çapkın gülümsemeli, hem komik hem ciddi… o adam hiç bi zaman gelmicek. Çünkü öyle bi kadın olmadığı gibi; öyle bi adam da yok.

(burada bi duble rakı koyuyoruz)

Sonsuza kadar süren hiçbişe yok. Buna dostluklar da dahil. Yoksa o dostum asla gitmezdi ve ben her gün onu bi çeşit lanete tutulmuş gibi özlemezdim.

Etrafımda mutlu olan insanlara bakıyorum. Başkalarıyla mutlular. Hayatlarında ‘mükemmel adam’ ya da ‘mükemmel kadın’ var. Bulduklarına inanıyolar. Ne mutlu onlara. Ama hayır benim gördüğüm şeyi göremiyolar. Biri sevgilisine, kocasına, karısına (artık her ne bokuysa) hayal ettiği ruhu empoze etmeye çabalıyo. Olmayınca bağırıyo, küsüyo, cezalandırıyo, trip atıyo.

Hani o mükemmeldi? Neden az önce kalbini kırdın onun? Neden boktan bi sebepten, herkesin içinde üstüne gittin ruh eşinin? Neden kurduğu cümle için ya da yaptığı hareket için hakaret ettin ona? Hayatının anlamı neden işini ve şehrini (sana rağmen) değiştirebildi? Hani gitmicekti o? Madem doğruydu neden gitti?

Bu soruların hepsine birden cevap verebilen insan(lar)a henüz rastlamadım. 20 yaşındayım. Umarım önümüzdeki yıllarda cevapları bulurum. Yoksa halimiz duman.

Sanırım ben azla yetindiğim için kaybediyorum. Oha Hazal ne yaptın ya özelini niye açtın diye kafa ütülemezseniz; üç beş satır bişe anlatıcam.

Böyle de mutluyum diyorum, buna içten inandığım için. Kendimi yalnızken de gerçekleştirebildiğim için. Hata mı ediyorum? Hata etmiyosam bu yazıyı yazmaya niye gerek duydum?

Şimdi siz beni karamsar bi ruh hali içinde düşünceksiniz ama ben bunları mutlu olduğum için yazdım. Manyak mıyım neyim arkadaş…

Ne kadar çok farkındalığın varsa; o kadar az şeye ihtiyaç duyuyosun ama aynı zamanda o kadar çok ayrıntıya takılıyosun.
(şimdi durup bu cümleyi hazmediyoruz. hazırsak devam ediyorum)

Bana göre 8938489 çeşit ayakkabısı olan kadınla, 9839893 çeşit bilgisayar oyunu bilen adam arasında bi fark yoktur.
(burada kükremeler)

Sakin olalım ve devam edelim.

Herkes bencildir. O giden her kimse gitti diye üzülmezsin. Senin ona ihtiyacın vardır. O yüzden acı çekersin. Gitti diye değil. İşte bu kadar bencilsin. Bu kadar benciliz.

Şerefe.

1 Nisan 2012 Pazar

Bugün nedense çok neşeli uyandım.


En azından neşe bana dokunmuş gibiydi öyle hissettim. İnsanların hayatında dönüm noktaları olur ya hani; bazıları çok geç fark eder. Ya da dönüm noktasının gerçekleşmesi için illa bi olay olmuş olması gerekir. Ben bugün bi dönüm noktası yaşadım. Ama buna bi olay vesile olmadı. bugün yaşadığım en ilginç şey uyanmaktı. Bazı kararlar aldım, bunlardan size bahsetmicem tabiki. Manyak mıyım lan ben niye özelimden bahsedeyim tövbeestafurulah..

Neyse.

Ben bugün geleceğimi etkileyebilcek bi dolu şeye karar verdim. Ben bugün bi dostumu yine çok özledim. Bugün bi adamın kokusunu anımsadım ve bugün tam anlamıyla hiçbişe yapmadım. Evet evet hiçbişe yapmayarak mutlu da oldum. Aa çıldırmışım ben. Çünkü size göre çalışmadan mutlu olunamazdı..

Gördüğüm bi böcekte sihir vardı. Orası ayrı konu. Ama şu da bi gerçek ki fantastik olmayan hiçbişeyi ilginç bulamıyorum. Çünkü insanlar da fantastik olabiliyo. Hatta böcekler bile!

Ben o dostumu gerçekten çok özledim. Sizce o da beni özlüyo mudur? Beni özlüyo musun?

Aptal insanlara çok üzülüyorum. Aptallık çok yorucu ve zahmetli olmalı. Her şeyi açıklamak gerek onlara. Her şeyi açıklatmaları gerek. Neyse ki çevremdeki aptal insanları uzaklaştırmayı başarabilmişim. Kendimle bi kere daha gurur duydum bak ehiehi diye de güldüm.

Hayallerim var benim. En az 28 tane hedefim var. Bugün onlara bitane daha ekledim. Çok mutluyum.

Annemi çok seviyorum.

Bi evim olduğunda yapcağım ilk şey; ışıklar yerine mumları yakmak ve kendime bi kadeh şarap koyup kafamı dinlemek.. hayallerimi dinlemek. Sonra da dans ederken uyuya kalmak. İnsan dans ederken uyuya kalır mı demeyin. Oluyo denedim.

Babam çok çılgın lan aşslskf. Dünyanın en iyi babası.

Zeki insanları seviyorum. Bu yüzden Voldemort’u da seviyorum.

Seni çılgıııın. Hadi oradaaaaaaaaan..

Geldiğim noktadan çok mutluyum. Çünkü biçok insan beni anlayamıyo. İnsanların çoğu beni anlasaydı buna çok bozulurdum.

Beni anlayanlar ve ben birleşip halay çekicez. Katılmak ister miydin?

bi dakka


Başkasının çektiği fotoğrafa bakıyoruz, başkasının yaptığı müziği dinliyoruz ve bi başkasının yazdığı yazıyı okuyoruz. Sonra bizimmişçesine sahipleniyoruz. Deliyiz lan biz.  Sırf bu yüzden hiç çekilmemiş bi fotoğraf çekmek istiyorum.  herkesin öpebileceği bi yazı, kimsenin aklına hayaline sığamayacak bi şarkı yazmak istiyorum mesela. Bütünüyle benim olsun. Ben de üretiyim ki diğerlerini değerlendirmeye hakkım olsun istiyorum. hayallerim çok büyük. Çünkü film de çekmek istiyorum. Şiir yazmak istiyorum hiç denenmemiş bi yolla. Türkiyenin ilk kadın komedyeni olmak istiyorum şöyle bol neşelisinden. Sonra tüm nefretimi kusmak istiyorum izmite. Ha bi de tabiki şeboyla dost olmak.
Çıldırmışım ben.
Dur lan ya da çıldırmamışım. Siz değil miydiniz büyük insanların büyük hayalleri olur diyen. Al sana büyük hayaller.
Demeseydin.
Görmeseydin ya da bu yazıyı.
Hadi gördün devam etmeseydin.
Bitirmeseydin.




Bitir lan şaka yaptım.




Sabrına nutella sürer yerim.

Bence hayaller kesinlikle ikiye ayrılır


Sevimli hayaller ve ciddi hayaller olarak. Mesela her gece yatağa yattığımda Şebnem Ferah’la buluşunca neler söyleyeceğimin provasını yapmak ve her zaman en iyisini aramak ciddi hayallerimdendir… ama sevimli hayallerimi de hiçbişeye değişmem. Çünkü onlar bir milyon baloncuk gücündedir. En sevimli hayalim yavru baykuş sevmektir mesela. Bence dünyanın en sevimli yaratıklarıdır yavru baykuşlar. Diğer sevimlilere gelince… Bigün mutlaka birinin kafasını yuvarlak bi pastanın içine gömmek isterim, böyle kafasından iyice bastırarak ağzı yüzü pasta olsun ve bende hohoh diye güleyim. Bunu isterim. Sonra bir avea bayiine girip ‘oh be!’ diye bağırıp, hiç bişey olmamış gibi ordan çıkmak da çok sevimli bi hayalimdir. Ya da kamil koç’a girip en ciddi tavrımla ‘Kamil burada mı?’ demek… kesinlikle çok eğlenceli olur. Bir diğer sevimliyi bir çok kez gerçekleştirmiş olsam da yine de paylaşmak istedim. En büyük eğlencelerimden biri derste bi sessizlik olduğunda hocaya ‘biz artık kalkalım’ demektir. gerçekleşmesi en zor sevimli hayalimse: Gerçek hayatta da yaşadığım olaylara uygun fon müziği çalsa keşke. Herkes duyabilse. Ağladığımda Cem çalsa mesela, kızdığımda Şebnem.. son olarak da müzikallerde olduğu gibi herkes durup dururken şarkı söyleyerek oynasın isterim. Mesela yolda giderken göbekli ve bıyıklı amcalar, yaşlı teyzeler, çocuklar… herkes kareografiye uygun dans etsin. Hep beraber eğlenelim bi kerecik de olsa. Sonra da hiç bi şey olmamış gibi yolumuza devam edelim. Ne güzel olmaz mıydı tüm bunlar olsa? ehiehi

Senin paran var benim yok. Yapma hacıt hani sevgili olacaktık?




Parası olan adamların kasılması beni her zaman güldürmüştür. Asla tüm yaşantısını para üzerine kurmuş kadınlardan biri olmadım. Sevdiğim adamları kişiliklerine göre seçtim. ( ha bi de espiri anlayışlarına ve popişlerine göre).

Sırf parası var diye karşısındaki kadından daha üstün olduğunu sanan adam. Sana laflar hazırladım. Şöyle bişey var ki; paran var diye istediğin kadını ya da adamı elde edemezsin.

(burada kükremeler)

Dur bi sakin ol. Diyelim ki korkunç bi maddi felaket yaşadınız ve yarından itibaren fakirsin. Napıcağını hiç düşündün mü? Neler yapabileceğini? Bişey yapabilecek misin?

Sana acırdım ama neyse ki böyle insanlara acınmaması gerektiğini öğreten bi annem var.

(hallelujah)

Sen sen ol, siz siz olun, biz biz olalım ve konu kapansın aşfsajl.. şaka lan.

Sen sen ol paranın geçici, insanların kalıcı olduğunu unutma. Ööööyle ortamlarda böbürlenme, 2 adımlık yolu arabanla gelme, sırf pahalı diye o aptal içkiyi içme, her gün farklı bişey giyip barbi bebek yavrusu gibi olma yavrucum. Eğlen ama insan gibi. Anlıyo musun? Hayat kısa bebeğim. Önce kendin ol, sonra üret, sonra gonuş. Elimlen gonuş.

Merhaba


Ben Hazal. Kırmızı saçtan ve beyaz tenden hoşlanırım. Bu sebeple güneşlenmekten falan nefret ederim. Uyku benim için son derece önemlidir ve buz gibi bi yatağı hiçbişeye değişmem. Isınan yastığın öbür yüzünü çevirip,uyumaya devam etmeye bayılırım. Birine sarılarak uyuyamam, uyursam bile mutlaka bi süre sora kendi tarafıma kaykılırım. Nutella candır. Onsuz yapamam. Susadığımda kola içerim. ‘çok zararlı yeaa’ diyenlere uyuz olurum. Annem de babam da iki ayrı delidir. Neşeme neşe katarlar. Onları çok severim. Şebnem Ferah benim için dünyadaki en önemli üçüncü insandır. O olmasa ben de olmazdım. Bazen çok kıskanç olurum, hiç tanımadığım adamları hiç tanımadığım kadınlardan kıskanırım. Bu sebeple asla normal olduğumu iddia etmem. Müziksiz yapamam, şarkı söylemeden duramam. Gitar çalmak ayrı bir keyiftir ama piyanoyu da öğrenicem kararlıyım.
Hayal kurmak en büyük eğlencelerimden biridir. Bazen saatlerce hayal kurarım. Tanımayanlara çok sert gelirim ama aslında uslanmaz bir romantik ve çılgın bir duygusalımdır (burada şaşırmacalar). Kendimi bildim bileli tiyatro yaptığım için, bazen bazı şeyleri çok iyi saklarım, bazen hayatta da oynarım. Tiyatroyu severim. Birçok özelliğimi ona borçluyum. Bazı şeyleri yazarak anlatmayı yeğlerim. Yazarak rahatlayabilen insanlardanım. Geceleri uzakta görünen şehrin ışıklarını hazineye benzetmekten acayip hoşlanırım. Gündüzlerdense, geceleri tercih ederim. Hiç kardeşim yok ama harika dostlarım var. Hepsini ayrı ayrı sever bağrıma basarım. 1 tanesi eksik olsa, ben de kendimi eksik hissederim. Sevdiğim adamın (yazar burada ‘eğer olursa’ demek istemiş) en çok boynuyla ilgilenmeyi severim. Dünya üzerindeki tek ve en iyi boyun değerlendiricisiyim. Çünkü burnumu, güzel bi adamın boynuna gömmeye bayılırım. (Tabi popişleri de güzel olcak ehiehi). Her zaman fantastik rüyalar görürüm, rüyalarım film tadındadır ve mutlaka birilerine anlatmak zorunda hissederim. İzmit’i sevmem, Bartın’ı ve İstanbul’u severim, İnkum’a aşığımdır, Şenkaya’ya taparım. En çok görmek istediğim yer New York’tur. Bazen çok değişik espriler yaparım ve sadece ben gülerim. Çünkü eğer esprilerimi anlayamıyolarsa sorun bende değil insanlardadır. Film izlemeye bayılırım, bütün haftasonu evden çıkmadan sadece film izleyerek zaman geçirebilirim. Tembelim, üşengecim. Ders çalışmaktan nefret ederim, ki çalıştığımda görülmemiştir. İnsanları birbirine benzetmekten ve Amelie gibi elimi pirinç veya mercimek çuvalına batırmaktan keyif alırım. Yükseklik korkum vardır, yüksekte durunca çok gergin ve titrek olurum. Kadınlara ‘bayan’ denmesinden hoşlanmam. Kadın haklarının sonuna kadar savunucusuyum. Sadece kendime inanırım. Ben yaparsam olur, yapmazsam olmaz. Bulmacalardaki ünlülere bıyık ve kaş çizmeyi eğlenceli bulurum. Pembeden nefret ederim. Renk dediğin kırmızı olur siyah olur mor olur. Ha bir de Cem Adrian’ın ses telleri var ki… o da ayrı bi mevzu.


Artık beni tanıyosun.