her şey ben bebekken hiç susmuyorum diye, babamın emziğimi viskiye batırmasıyla başladı.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Haziran 2013 Pazar

Vedalar doğru değil.

Bu odadan, bu yataktan son kez yazıyorum. Alıştığım şeyleri çok zor bırakıyorum. Ama bazen sadece bırakman gerekir. Sadece bırak.

Dört koca yılımı verdiğim bir şehir, bir okul geride kalıyor ve ben yarın hiçbir şey yaşanmamış gibi öylece gideceğim. Birden bire yani. Dramatize etmek istemiyorum ama zor be. Ben yenilik sevmeyen biriyim ve kendimi bir yetişkin gibi hissetmiyorum. Yetişkin miyik la biz şimdi?


Belki de en tatlı yaşlarımı burada yaşamışımdır. Şehri sevmesem bile güzel insanlar tanımışımdır. Belki benim de yüreğime dokunan şeyler olmuştur. Büyük bir aşk devirmişimdir, büyük insanlar kaybetmişimdir. Ve oldum olası vedalardan nefret etmişimdir.

Sanki keşfettiğim şarkıları, adamları, kadınları, saç renklerini burası olmasa keşfedemeyecekmişim gibi. Çok saçma aslında ama çok mantıklı. Bir düşünsene. Dört yıl hem çok uzun hem çok kısa. Olabilecek en tuhaf bölümlerden birinde, olabilecek en tuhaf hocalarla ve garip ilişkiler kurduğum ama farklı boyutlara taşıdığım arkadaşlarımla falan topluca böyle… Yaşadım. Bitti. Laboratuarda dört yıl boyunca yere kahve döküyoruz diye bize bağıran Hüsniye Abla’yla vedalaşırken ağlamamı neye borçluyuz mesela?

Bir insandan, bir evden, bir okuldan, bir şehirden gitmek ama aynı anda gitmek kadar saçma bir şey yok. Şu an evimizin neşe kaynağı koca götlü kedimiz Kırçıl’dan gitmek ya da… O yatağımın üzerinde yuvarlanırken benim gözlerim doluyor. Kırçıl beni unutma oğluşum. Mememde az uyumadın.


İzmit bana çok sayıda dost ve aşk katmadı belki ama ben oldum olası kalabalığı sevmem zaten. O yüzden bana kattığı üç beş dostum ve yaşattığı güzel aşk için bir teşekkür borçluyum ona. Belki hak ettiğim bir bölümde okumadım, hak ettiğim üniversite ortamını bir türlü yakalayamadım ama ben zaten hep olamayan şeyler sayesinde olgunlaştım. Her olumsuzluk bir farkındalıktır ne de olsa. Nirvanaya ulaşmamız an meselesi.


O yüzden hoşça kal İzmit, hoşça kal Kırçıl, hoşça kal çok güzel anılar yaşadığım minik balkon, hoşça kal kocaman yatağım, hoşça kal yahyakaptan’daki minik siyah köpek, hoşça kal ekmeği hep taze olan bıyıklı pastaneci abi ve güler yüzlü manav teyze, hoşça kal Ece Hocam, Evrim’im, Meltem’im, Gülşah’ım, Nihan’ım, Esin’im, Sirkan’ım, Ali Haydar’ım, Samet’im. Hayatıma çok geç dahil olsalar da hoşça kalın Simay, Pelin ve Seda.

Hoşça kal Mete.


Kimseyi unutmayacağım. Sayamadıklarım olsa da. Hepinizi çok seviyorum. ŞU AN DUYGULANDIM.


Başka şehirlerde görüşmek üzere!

dinlemeden ölme.

8 Haziran 2013 Cumartesi

Her gaz bulutu dağıldığında bizi daha kalabalık bulacaklar.

Okuyacağın en uzun yazım olacak, doğrular yüzüne çarpacak, karnın ağrıyacak hiçbir şey yapmadıysan. Hazır mısın?

31 Mayıs’la başlayan direnişimiz, aslında çoğumuz için belki de on yıllık zehrin dışa tükürülmesiydi.

Bizi bir kedi gibi köşeye sıkıştırmaya devam eden sözde büyüklerimiz, götlerini bu denli tırmalamamıza aldırmamışlardır umarım.

Gezi Parkı çıkışlı olan eylemimiz, özgürlüğümüzün sömürülüp, ‘hadi siz sadece şu alanlarda özgürsünüz, gerisi bizim’ yöntemiyle sözde demokrasinin, yalnızca kendi demokrasileri olmasına karşı bir ayaklanmadır. Sana oy vermememe rağmen senin kalkıp bana ‘senin başbakanın olarak emrediyorum; şunu giyme, şunu içme, şunu öpme, şuralarda ahlaklı davran’ şeklinde nutuk çekmene müsaade edemem. Ben hiçbir zulme boyun eğmeyen bir kadın olarak, sana da boyun eğmem. Herkes evlerine girse de çenemi kapamam, zira kimse evinden çıkmadan önce de çenemi kapamıyordum. Seni sevmiyorum. Git.

Bir ağacı, bir hayvanı geçtim; bir insanın bile yaşamına saygısı olmayan, zihni körelmiş siyaset babalarının tek derdi para ve ‘saltanat’ olmuştur bu ülkede. Okuyarak büyüdüğümüz hikaye kitaplarındaki ceplerinden para fışkıran, faşist, empatiden yoksun amcalar; hükümetin ta kendisidir işte a dostlar.


Sen kalkıp 21 milyon’luk biber gazını ‘ben bana oy vermeyenlerin de başbakanıyım, onları da çok seviyorum’ dediğin halkın kafasına gözüne sık, sonra da tehditle susturduğun kanallara çıkıp DÖMÖKRÖSÖ VÖR. BÖR AVÖÇ ÇAPÖLCÖYÖ KANMÖYÖN de.

Sayın başbakana sormak isterim: sizin avucunuz o kadar geniş mi gerçekten? vay canına O.o

Biz; Hes yapmak istediğinizde, kadın bedenine müdahale etmek istediğinizde, hayvanlar için ölüm yasası çıkarmaya çalıştığınızda, termik santral istemiyoruz diye boğaz patlattığımızda, eşcinsel-transseksüel hakları için yürüyüş yaptığımızda da aslında hep sokaklardaydık. Hep bağırdık, hep karşı çıktık. Ama siz kulaklarınızı tıkayıp ilahiler söylemeye devam ettiniz.


En iyi silahınız, hayatım boyunca zerre kadar haz etmediğim polislerdi. Polisler sizin robotlarınızdı. Robotlarınız insan öldürdü sevgili hükümet. Robotlarınız insanların gözlerini oydu, kollarını kopardı, kendi insanına gerçek kurşun sıktı. Robotlarınız gazlarıyla ciğerlerimizi yaktı. Anlatabiliyor muyum?


İnsandır. Aramızdakiler kendini tutamayıp küfürlü slogan attığında, zarar vermeye yönelik hareket ettiğinde de yine onları uyaran bizdik. Senin gibi, bir açık bulduğunda yok etmeye yönelik girişimde bulunan elma kurtları olmadık. Sen bana götünü dönmeye devam ettikçe, ben yanımdakilere daha sıkı sarılacağım. Bizden korktuğun aşikar çünkü. 17 yıldır tiyatro oyuncusuyum, beden dilinden az da olsa anlıyorum. Gerginsin, korkuyorsun, uykuların kaçıyor, konuştuğunda sesinin kısılmış olduğunu duyuyorum, bakışlarındaki telaşı görüyorum. Senin savunma mekanizman olmuş kulak tıkamak. Ancak kibirli ve cahil bir adam özür dilemekten korkup, milyonlara kulağını tıkar. Onun kitlesi de ancak dizi oyuncularına kafa tutar.


Ve yine onun kitlesinden örnek vermek gerekirse; oraya buraya trollük yapan, kendiyle de çelişen paragraflar döşeyip, ne yaptığını şaşırmış cahil bir kesim türedi sosyal medyada. Kendi gözlerimle görmesem buraya yazmazdım. Bu insanların farklı farklı cümlelerinden oluşan bir paragraf hazırladım, okumaz mıydın:
‘80 yıldır bu ülkede bir gelişme olmamıştır.’ ‘Siz batı hayranısınız.’ ‘mini etekli kızlar eylem yapar sadece.’ ‘öl de ölelim padişahım (rte’ye diyor)’ ‘laikçi’yi tersten okuyun, anlayın bu da mı tesadüf?’ ‘rte’yi karşılamaya yüz bin kişi gitti (asıl sayı on bin bile değil)’

Lan göbeğimi hoplatarak güldüm ha.

Biz alanlara çıkarken, biz balkonumuzdan tencere-tava çalarken, biz sosyal medya’da polislerin dövdüğü arkadaşlarımız iyi mi diye dayanışırken; bize kimse sms ile çağrı yapmamıştı sevgili devlet büyüklerim. Hiçbir örgüte mensup değiliz. Bir partiyi değil, kendimizi temsilen sokağa çıkan insanlarız biz. Bundandır slogan atarken ‘taksim’ yerine ‘tayyip’ şeklinde şaşırmayışımız. O sloganlar öğretilen değil, yürekten fırlayan sloganlardır. Bu yüzden o kadar etkilidir. Bu yüzden uyutmaz sizi… uykularınızı kaçıran benim yüreğimdir. Kendimi o kadar çok seviyorum ki bu yüzden.

Bu süreçte içimde umut yeşermesine (aman buraya da avm yapmayasın, hiç tavsiye etmeyiz annem) neden olan bir diğer gözlemim de şudur: çok iyi anladım ki, 22 yıllık hayatımda kendime çok güzel dostlar seçmiş, çok doğru insanların müziğini dinlemiş, çok doğru adamların esprilerine gülmüş, çok doğru tiyatro oyunları izlemiş, doğru kişileri hayatımdan şutlamış ve en önemlisi de olabilecek en doğru ailede doğmuşum. O kadar şanslıyım ki. Bunları fark etmeme sebep olduğun için sana teşekkür etmeliyim aslında akp hükümeti. Çünkü sayende bir Çarşı’lıyla ya da RedHack’li biriyle evlenme kararı aldım. Hep söyleriz ya; aşk örgütlenmektir.


Belki tutuklanmama neden olacak bu yazı, belki benim de ağzımı burnumu kıracak polisler evimi basıp. Olsun. Ben kendimi anlattım. Biz sesimizi duyuruyoruz. Hareketlerimizi kontrol eden tek şey beynimiz, makarna-kömür değil. Bir öğrenci olarak makarnanın kıymetini iyi bilen bir kadınım çünkü. Çuvalla makarna depolasan bile sana oyumu vermem, ben oyuna gelmem dostum.

Feminist, ayyaş, çapulcu, direnişçi kadından sevgilerle.