her şey ben bebekken hiç susmuyorum diye, babamın emziğimi viskiye batırmasıyla başladı.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Ağustos 2012 Cuma

Birikmiş yazı dizisi.


İçimden taşan kelimeleri daha fazla tutamadım ve hepsini klavyeye kustum. Bi yanım yaz diyordu, bi yanım sus diyordu. Şu ülkenin ne kadar iğrenilesi bi yer olduğunu bi süre görmezden gelmeye çalıştım. Görmezsem, susarsam yok olacaklardı sanki. Tecavüzcüler içeri tıkılacaklardı ben böyle yapınca. Küçücük kızlar oyunlarına devam edeceklerdi. Mahkeme salonlarında asla istemedikleri ‘sonuçlar’ için beklemeyeceklerdi.


Bütün bunlar olurken ben sıcak bi yazı geride bırakmış, babamla vedalaşmış, annemin yanına gelmek üzere yola çıkmıştım. Benim en büyük sorunum aşık olamamaktı. Onun en büyük sorunu futboldu. Senin en büyük sorunun yarın ne giyeceğindi. Biz bencildik.

İstanbul’da yağmur yağdığı gün ben çok yanlış bi adamı öptüm. Ben içimi acıtan eski sevgilimle telefonda konuştum. Ve sonra ben güzel bi adamla tanıştım. Doğru bi adamla. 1 haftaya bunları sığdırdım. Sen bi haftaya 1 kitap bile sığdıramazken. O bi haftaya 1 tiyatro bile sığdıramazken. Biz haberleri artık okumazken. Biz artık susarken.

Mahkemeler susarken, sadece devlet ‘adamları’ konuşurken ve bu ülke git gide muhafazakar bi hale gelirken yani. Tüm bu maddi sıkıntılara ve aptalca değişikliklere rağmen; gözüm boyanmadan,  tek başıma kalsam da her zaman başım dik.. mutlu oluyorum. Mutluyum. Çünkü hiç bi şey olamasam bile en azından çabaladığımı biliyorum.
Ben çabalıyorum.
Sen çabalıyor musun?

Bi Güldünya vardı hatırlar mısın? Güldünya’ya neler olduğunu biliyor musun?  Ne zaman küçük bi kızın içi yansa, ne zaman küçücük bi çocuğun ruhunu yaksalar aklıma Güldünya gelir. 


Umarım mutluluğunuzu boğazınıza dizmeyi başarabilmişimdir. Çünkü olanlar karşısında hissetmeniz gereken asıl şey budur. 


15 Ağustos 2012 Çarşamba

Çünkü onlar ölmezler. Sadece küçük umut parçalarına dönüşürler.


Bir insan öldüğünde. Ne hissedeceğimi ya da ne diyeceğimi bilemiyorum. Ölen kişi tanınan biriyse onun fotoğrafını profil fotoğrafı yapıp, kurduğu güzel ve manidar cümlelerden birini tırnak içinde yazamıyorum.

Ölenleri en güzel, ortaya koydukları işleri daha çok insana ulaştırarak anarız diye düşünüyorum. En azından ben kesinlikle o şekilde hatırlanmak isterim. Yoksa fotoğrafım bi kaç güzel insanın tozlu rafında durmuş ya da durmamış. Hiç önemli değil. Öldüğümde ‘dinlenmek’ isterim, tozlanmak değil.

Bugün Müşfik Kenter’i kaybettik. Tıpkı 11 yıl önce yine bugün Yavuz Çetin’i kaybettiğimiz gibi.

Gerçekten kötüye bi şey olmuyor sanırım =)

Ne zaman üretken, koca yürekli ve parlak gözlü birinin öldüğünü duysam, üstümde sorumluluk hissediyorum. Üstümüzde sorumluluk hissediyorum. Daha iyisini yapabilecek miyiz? Biz üretiyor muyuz? Sen üretiyor musun?

Sen sadece güzel cümleler kurmuş bi adamın kelimelerini tüketiyorsun. Sen müziği sadece dinliyorsun. Sen kitabı sadece okuyorsun.
Sen tüketimin kölesi olmuşsun.
Ben tüketici olmuşum.
Biz yaratıcı insanları sadece sömürmüşüz . ve yerine bi şey koymamışız.

Yazık bize.