İçimden taşan kelimeleri daha fazla tutamadım ve hepsini
klavyeye kustum. Bi yanım yaz diyordu, bi yanım sus diyordu. Şu ülkenin ne
kadar iğrenilesi bi yer olduğunu bi süre görmezden gelmeye çalıştım. Görmezsem,
susarsam yok olacaklardı sanki. Tecavüzcüler içeri tıkılacaklardı ben böyle
yapınca. Küçücük kızlar oyunlarına devam edeceklerdi. Mahkeme salonlarında asla
istemedikleri ‘sonuçlar’ için beklemeyeceklerdi.
Bütün bunlar olurken ben sıcak bi yazı geride bırakmış,
babamla vedalaşmış, annemin yanına gelmek üzere yola çıkmıştım. Benim en büyük
sorunum aşık olamamaktı. Onun en büyük sorunu futboldu. Senin en büyük sorunun
yarın ne giyeceğindi. Biz bencildik.
İstanbul’da yağmur yağdığı gün ben çok yanlış bi adamı
öptüm. Ben içimi acıtan eski sevgilimle telefonda konuştum. Ve sonra ben güzel
bi adamla tanıştım. Doğru bi adamla. 1 haftaya bunları sığdırdım. Sen bi
haftaya 1 kitap bile sığdıramazken. O bi haftaya 1 tiyatro bile sığdıramazken.
Biz haberleri artık okumazken. Biz artık susarken.
Mahkemeler susarken, sadece devlet ‘adamları’ konuşurken ve
bu ülke git gide muhafazakar bi hale gelirken yani. Tüm bu maddi sıkıntılara ve
aptalca değişikliklere rağmen; gözüm boyanmadan, tek başıma kalsam da her zaman başım dik..
mutlu oluyorum. Mutluyum. Çünkü hiç bi şey olamasam bile en azından
çabaladığımı biliyorum.
Ben çabalıyorum.
Sen çabalıyor musun?
Bi Güldünya vardı hatırlar mısın? Güldünya’ya neler olduğunu
biliyor musun? Ne zaman küçük bi kızın
içi yansa, ne zaman küçücük bi çocuğun ruhunu yaksalar aklıma Güldünya gelir.
Umarım mutluluğunuzu boğazınıza dizmeyi başarabilmişimdir. Çünkü
olanlar karşısında hissetmeniz gereken asıl şey budur.