her şey ben bebekken hiç susmuyorum diye, babamın emziğimi viskiye batırmasıyla başladı.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Haziran 2015 Çarşamba

Ve O Doğdu

Hem de çok güzel bir 25 haziran gününde..

Yıllarca varlığından habersiz yaşamışım. Ve onun aşkı olmadan nasıl yaşamışım hala inanamıyorum.

Sanki kayıp bir parçamı bulmuşum gibi. Ruhumda eksik bir şeyler varmış da o tamamlamış gibi. Biraz daha yakınlaşsanız anahtarın kilide oturma sesini duyabilirsiniz. ‘klik’
Tam bana göre ve ben de ona göre…

Herkesin bir var olma sebebi var. Hepimiz bir şeyler başarmak için doğuyoruz. Ve bu yolda yürürken bize eşlik edecek birilerini arıyoruz.
Ben sadece bana eşlik eden birine değil, ellerimden de sımsıkı tutan bir güzel adama sahibim.

Bir güzel adam.. hem yazmaya korktuğum hem sayfalarca anlatmak istediğim.

Hiç hissetmediğim şeyleri hissettiren, bu hayatın tüm haksızlığını alıp götüren, arkadaşım, aşkım, yoldaşım, sevgilim.

İyi ki doğmuş ve beni bulmuş.

Bu da birlikte geçireceğimiz nice doğum günlerine güzel bir başlangıç olsunmuş.




7 Mart 2015 Cumartesi

Aşk olsun mu? OLSUN.

Aşık olan insanların tavırlarını her zaman çok aptal bulmuştum. Herkesi ve her şeyi unutup sadece aşkını yaşayan insanlara delilermiş gibi baktığım için birçokları tarafından dışlanmış, bazıları tarafından ise dikkate alınmamıştım. Neticede realisttim. Kimse beni birini bu kadar çok sevmeye ikna edemezdi.

Ta ki… aşık olana kadar. Daha önce Hazal için var olmuş aşk kavramına çok farklı ve çok güzel bir boyut kazandıran bir adam hayatıma geldi.

Daha önce düşünmediğim şekilde düşündüren ve hissettiren...

Bazen bu kadar mutlu olduğum için o kadar korkuyorum ki. Şimdiye kadar mutlulukları kursağında kalmış bir kadın olarak, ilk defa yaşanması muhtemel tüm acıları göze alıyorum. Onunla olan küçük bir an için, gemileri yakmaya hazırım. Eğer üşüyorsa komple yakarım burayı.

İnsanların ruh eşi diyerek bahsettikleri şey buymuş meğersem. Benimle aynı yerde bulunmak isteyen, aynı yerleri keşfetmek isteyen, bazı anlarda aynı cümleleri kurup oha dedirten, bu kadar uyumlu olamayız ya kesin ben şizofrenim ve seni kafamdan uyduruyorum şüphesine karşılıklı olarak düşürten; bir nevi ketçapla mayonez, metin ile zeki, boğaz ile martı, leyla ile mecnun (headshot) tamlamalarına yeni bir boyut getireceğimizi düşündüğüm bir adamı seviyorum.



Şimdiye kadar ki tüm şanssızlıklarımı, şu an hayatımdaki o büyük şansı bulmak için yaşamışım bunu fark ediyorum. Bazı şeylerin ‘olabilmesi en mümkün’ zamanlarda değil de şu an oluşundaki nedeni görüyorum ve bu bende hep bir tebessüme yol açıyor.

İçimden fışkıran mutlulukla çiçekler büyüsün istiyorum. Sinirimi bozan insanları bile kucaklayasım geliyor. Lanet pazartesiler bile o kadar lanet gelmiyor artık.

Olay sadece sevgiliyi sevmek değil. Olay hem bir dostu, hem yol arkadaşını, hem okul arkadaşını, hem geçmişini, hem de geleceğini aynı anda seviyor olmakta.


Kısacası aşk çok güzel, gelsenize. 




16 Şubat 2015 Pazartesi

İdam sensin, şiddet de sana girsin.

A benim şiddete şiddetle karşılık vermek isteyen kafası karışık arkadaşım. A benim doğru şeyi yanlış bir yolla yapmaya çabalayan halkım.

Sonra da neden sonuç alamıyoruz diye dizlerimize vuralım olur mu?



Günlerdir sosyal medyayı ve çevremi gözlemliyorum. İyi kötü bir tepki veriliyor bunu bir adım sayıyorum. Çünkü o kadar çaresizim…

Şimdi sana gözlemlediğim iki yanlış türü ve asla görmek istemediğim korkunç bir diğer türü göstereceğim.

Yanlış tür 1: Bu tarz insanlar öfkeye öfkeyle, şiddete şiddetle çözüm arayanlardır. Şiddetin şiddeti doğurduğundan habersiz; asalım, keselim, ağzını burnunu kıralımcı bir tavra sahiplerdir. İdamı bir adalet şekli olarak algılayıp, idam sisteminin ileride kendisine ve kendi gibi düşünenlere neler yapacağından habersiz, saftirik gibi ortada dolaşmaktadırlar.
İdam bir devlet terörüdür. Aksini düşünüyorsan, adalet denilen şey götüne girecektir. Bugün bir tecavüzcü idam edilince içine su serpilir belki ama yarın öbür gün kitap yazdı diye, eylem yaptı diye, sisteme baş kaldırdı diye asılan yüzlercesi vicdanına oturur, nefes alamazsın. Bunu sakın unutma olur mu?

Yanlış tür 2: Bu türümüzde ise ota boka anneyi suçlayan toplumsal rolcüleri görüyoruz. Anne oğlunu şöyle yetiştir, anne oğluna şunu bunu öğret… sanki o çocuk bir tek anneninmiş gibi, hatrı sayılmayacak bir cahillikle suçu yine bir kadına atanlardan bahsediyorum. Bir kadın öldü diye, başka bir kadında çözüm arayan. Bunu tek bir kadına yükleyen. Üstelik misyon olarak da buna annelik olarak bakan... Çünkü bu bizim toplumsal rolümüz ya, aman iyi oynayalım. Erkek egemen sistemin bizden beklediği şey zaten bu. Sen de onlara çanak tutmuş oluyorsun bu türe katılarak. Boşuna bana sinirlenme. Kendinle yüzleş.

Asla görmek istemediğim korkunç tür: Tecavüze, tacize ve şiddete uğrayan kadınları suçlayan dangalak türü. Mutlaka bir sebep arayan. Bu düşünce sistemini şöyle seslendirebiliriz: “Mini etek giymek, boşanmak istemek, gece sokakta olmak, alkol almış olmak, birden fazla erkek arkadaşa sahip olmuş olmak, özgürce yaşamak, kendi ayakları üstünde durmak gibi bu topluma bir numara büyük gelen yaşayış biçimlerinde bulunuyorsan; sen tecavüzü, tacizi ve şiddeti hak ediyorsun. Çünkü din süper biri ve ben beynimi kullanamıyorum.

İçimizdeki bu türleri görmezden geldiğimizde, ayağa kalktığımızda ve tüm nesnellikten kurtulup birbirimizi sadece insan olarak gördüğümüzde… işte bu sorunları o zaman aşacağız. Çünkü topluma bakıyorum da, ben de zamanında bu evreleri içimde barındırmışım. Liseye geçtiğim senelerde feminizme ilgi duymaya başlamış, bu konuda araştırmalar yapmıştım. O zamanlar bir çaylak feministtim ve içimde Yanlış Tür 2 yaşıyordu. Toplumsal bilinçten bir haber, bireysel bilince odaklanmıştım. Bunun yanlış olduğunu üniversiteye geçince anlayacaktım.

Üniversitenin ilk iki yılında ise içimdeki Yanlış Tür 1 çılgınlar gibi konser veriyordu. Gençtim, heyecanlıydım. Fikirlerimi herkeslere yaymalıydım. Bayan kelimesini duyduğumda KADIN LAN O KADIN diye bağırmalıydım. Bir nevi asi, çok az da asabi bir tavırdaydım. Doğal olarak tepkim sert, söylemlerim kırıcı oluyordu. Misal: erkeklerin çüklerini kökten kesmek. Benim için tek çözüm demekti o yıllarda.
Şimdi 24 yaşındayım. Bu yazıyı yazıyorum. Lisedeyken ulaştığım kafaya toplum 2015 yılında yeni ulaşıyor. Üniversitede verdiğim tepkileri ise bik bik bik tweet atarak gösteriyorlar.

Bu hesapla gidersek günümüzden 10 yıl sonra ben nirvanaya, siz de benim şimdiki kafama ulaşmış olacaksınız. O zaman her şey güzel olacak diye düşünüyorum. Yeter ki ses çıkar!

Ay umarım göt olmam.


10 Ocak 2015 Cumartesi

Herkesin içinde sakladığı acıları vardır. Seninki neden farklı olsun ki?


Herkes aşık olmuştur. Herkes yanlış kişiyi seçmiştir. Farklı insanlar ağzımıza sıçmıştır. Ama yaşanılan hayal kırıklığının etkisi her bünyede aynı olmuştur.

Yeni ile eski arasında çok ince bir çizgi vardır. Yeni, eskiyi kafandan attığın an başlayan bir süreçtir. Eski yeniden daha güzelse, ki çoğu zaman bana öyle gelir, geçmişe bağlı kalırız. Bir tür duygu felci gibi, zihnin adım atamaz.

Tıpkı denizde ıslanmak ile denizi ıslatmak arasında küçük bir sidik farkı olduğu gibi, eskinin de yeniyle boktan bir bağı vardır.

Olaylar ve süreçler kafada biter. İnsanlar da öyle. Kalp sadece bir organdır. Sana acıyı hissettiren beynindir.

Şu anı yaşamak ve geleceği güzelleştirmek yerine, geçmişte kalmak bir tercihtir. Tıpkı aptallığın da genetik değil kişisel bir seçim olması gibi. Seçimleri sen yaparsın, kalp sadece kan pompalar.


Yaşam dediğin şeyin uzunluğu elle sayılabilir sayılar kadardır. Neden tadını çıkarmaya başlamıyorsun?