her şey ben bebekken hiç susmuyorum diye, babamın emziğimi viskiye batırmasıyla başladı.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Aralık 2012 Cuma

Bu yazıda çük dedim affola.


Bugün marketten eve dönerken zınk diye kaldım. Kocaman gözlerim daha da kocamanlaşarak, fark ettiğim acımasız gerçeğe eşlik ettiler. Ben artık erkektim.

Panik yok açıklayayım:

Eskiden her şeyi o kadar içselleştirirdim ki; her kavgaya, her tartışmaya, yaşadığım iyi-kötü her ayrılığa, ailesel mevzulara, hatta aldığım kötü notlara bile üzülürdüm. Bildiğin içim acırdı. Çok sevdiğim sevgilimin boyun kokusunu son kez içime çekmişim gibi. İlk okul yıllarım bile yeterince acımasız geçmişken, tüm sınıfın benden nefret etmesinden -ki hala unutamamışım- bahsediyorum. 2-3 salak kız yüzünden 30 kişinin üstüme gelip; daha da kötüsü her gün beni yalnız bırakmasından. Mutlu okul yılları geçirmemiş oluşumdan olsa gerek erken olgunlaşmaya 7 yaşında başlamıştım. Okuldan da ilk o yaşta nefret ettim. Yaşıtlarım bahçede top, dansa davet ya da köşe kapmaca oynarken; ben, babam beni akşamki provaya götürecek mi acaba diye düşünürdüm sınıfta.

Sıkıntı işte.

Bununla başlayan küçük şeyler büyük şeyleri kovaladı. Ve ben sıkılmadan hepsine üzüldüm. Hepsini atlattım. Tekrar üzüldüm tekrar atlattım. Dostlar kaybettim, daha iyilerini kazandım. 2 kez aşık oldum, 2 kez aldattım. Bir olay diğerini takip ederken, fark ettim ki dozu ne olursa olsun, duygularım yavaş yavaş törpülenmiş. Eskiden öylesine takıldığım adamlardan ayrılırken bile üzülürdüm. Şimdi çok sevdiğim adamların gidişi bile canımı yakmaz olmuş. Üzüntülerim bir gün sürmüş, ertesi gün kaybolmuş.

Uyandığımda başkalarını ya da başka olayları düşünürken her gün, bir de baktım ki artık sadece kendimi düşünür olmuşum. Tıpkı bir erkek gibi. Birinin hayatına girip; hiçbir şey demeden gider olmuşum. Yalanlarım çok gerçekçi olmuş. Gidiş sebeplerim o kadar yaratıcı yalanlarla bezenmiş ki, karşıdaki sorunu bende sanmış. Tıpkı bir erkek gibi gitmişim. Arkamda bıraktığım hiçbir şeyi düşünmeden.

Tıpkı bir erkek gibi uyanmışım: ‘bugün kahvaltıda ne yesem?’
Tıpkı bir erkek gibi diğer bütün kadınlardan nefret etmişim: ‘neden hepsi bu kadar salak?’
Tıpkı bir erkek gibi acımasızca terk etmişim eski sevgilimi: ‘seninle her şeyi unutabilirim sanmıştım, unutamıyorum. hoşçakal.’

Kalbimin yerini çüküm almış. Tıpkı bir erkek gibi.
Sarıldığım, öptüğüm herkese bir şeyler hissederken; şimdi öylesine sarılıp, öper olmuşum hiçbir şey hissetmeden.

Yani ben erkek olmuşum. Bir feminist olarak, erkek olmuşum.

Bugün marketten eve dönerken, yaşadığım tüm kötü olayların beni kalpsiz bir cadı haline getirdiğini fark etmeyi çok isterdim. Bir erkek haline değil.

Hazal Gecegörür bir sabah huzursuz düşlerden uyandığında, kendini yatağında bir erkeğe dönüşmüş olarak buldu.

Bugün kahvaltıda ne yesem?



19 Aralık 2012 Çarşamba

Çok ilginç zamanlara denk geliyor yazılarım.


Yalnız değil de tek başıma olduğumu keşfedişimden olsa gerek, başka hiçbir şey yapmadan yazmak istiyorum.

Ama yazacak şeylerim birikse bile, cümleleri toparlayamıyorum. Uzadıkça uzuyor. Absürt bir hal alıyor. Biri de çıkıp demiyor ki aga bu nedir?

Zorunda bir hal mı aldı acaba bu blog diye düşünmüyorum değil. Neden insanlar bana ‘ne zamandır yazmıyorsun’ dedikleri zaman kendimi suçlu hissediyorum. Acaba bana göre hoppa şinanay mı yazmalar?

Bir soru işareti daha koyarsam kendimi keseceğim. Ama soru işareti koymadan yazı olur mu?


Bir yandan mutlu gibiyim, bir yandan korkunç endişeli. Deliyim gözü kara deliyim ben bence. Tam bunların ortasında da kocaman bir boşluk var. Çikolata bile çare olmuyor diyeyim sen anla.

Şimdi böyle söyleyince üzülüyor gibi oldun sen. Aslında üzülmemen lazım çünkü ben bu duyguları emaneten aldım. Geri vereceğim. Orada bir karışıklık olmasın. Yaşanması gereken her şeyi yaşıyorsak eğer; amaç buysa, yaşıyorum. Amaç bu değilse bir şeyleri yanlış yapıyorumdur. Sorun değil.

Sen hiç demlenmiş portakal kedilerini duydun mu?

Çok seveceksin. Ben kefilim.